Sadece iki koltuğu var, arkadaşlarınızla sosyalleşmek için uygun değil. Bagajına 2 küçük çantadan fazlası sığmıyor.
100 kilometrede 10 litre benzin harcıyor. Sokağın ortasında park edemezsiniz, gittiğiniz yerleri seçmek durumundasınız. Geri vitesi yok, manevrası zor, vergisi, yıkaması, kaskosu, her şeyi kat kat pahalı. Gözlerin üzerinize çevrilmesini önleyemezsiniz.
Polisler yolda zevk olsun diye durdurur. İnsanlar sizi zihinlerindeki şablona sokmaya çalışır, hiçbir bilgi sahibi olmadan hakkınızda ileri geri konuşurlar. Hem binmek isteyenler, hem de binilmek istenen mesafeler artar; ekipmanı yok diye bindirmediğinizde de kötü kişi olursunuz.
Ve tabi en önemlisi de, her daim ciddi ölüm riski…
Akıl karı gibi durmuyor, değil mi?
Limbik beyin, bilinçaltı tarafından yönetiliyor ve davranışlarımızın %95’inden sorumlu. Saniyede 40 milyon bit data işliyor (bilinç ise yalnızca 40). Otomatik olarak ve biz uykudayken bile çalışıyor.
Beynin risk almamızı ve hayatımızı değiştirmemizi önleyen, tembelliğe eğilimli olmamıza yol açan, konfor alanı sandığımız küçük dünyada kalmamızdan sorumlu bölümü…
Ama aynı zamanda tüm yukarıdaki mantıksızlıklara rağmen, 130 beygirlik gücün verdiği deneyimi, o motorun ürettiği sesi, gazı sonuna kadar çevirdiğinizde, sizi selesinde zor tutunduran heyecanı tatmak isteyen de bu bölüm.
Gerçek hayatta sıfırdan 100 kilometreye 3,5 saniyede çıkmak, saatte 260 km hıza ulaşmak gibi ihtiyaçlar yok. Bunlar hayvani tarafımızı tatmin etmek için var…
Ve iyi ki de var. Yoksa dünya çok daha sıkıcı bir yer olurdu. Dünyayı değiştiren insanlar bence zihinlerinin bu heyecanlı tarafını tatmin etmek isteyenlerden çıkıyor…
Dünyayı değiştirmek için de, evvela işe kendi dünyanızdan başlamak gerektiğini de unutmayın…
Bu yazı ile bugün facebook’ta VFR Gurubunda karşılaştım… Sizlerle paylaşmak istedim. İyi sürüşler
Alper Altınlar gönderdi