Motosiklet tutkusu, onun tutkunu olmayanlar için genellikle dışarıdan bakıldığında pek de anlaşılacak bir duygu durumu değildir. Anlamanız ve bunu içselleştirmeniz için sizin de aynı şey için kalbinizin atması gerekir. Peki, esasında motosiklet tutkusu nedir? Onun tutkunu olmak ve her şeyden önce onu sürme sanatı nedir?
Bu sorunun cevabı belki bir hafta sonu kafanıza esip evden çıkmak belki de uzun süreli fakat nereye gideceğinin rotasını çizmeden yola çıkmaktır. Motosiklet bir özgürlük düşüdür. Onun ve onu kullanan için mesafelerin hiçbir önemi yoktur. Sadece ileride gidilecek bir yol vardır.
Motosiklet ailesinin ferdi olanlar için özgürlük, karşılarında hiç düşünmeden ilerleyebilecekleri zamanı ve mekanı unutturan yollardır. Öte yandan motosiklet ailesinden olmak artık sıkıcılığından bıktığımız ve bizleri gün içerisinde günün o sıkıcılığı ile prangalara bağlayan yaşam biçiminden bambaşka dünyaların kapısını açarak rüzgara doğru koşmanın en güzel biçimidir. Sadece viraj ve kondüsyon belki de bu işin en temel noktalarını oluşturan şeylerden sadece ikisidir.
Onun akabinde zaten özgürlüğün kapıları ardına kadar açılacaktır. Neden siz de böyle bir ailenin vazgeçilmez ferdi olmayasınız ki?! Her ne kadar okuyucu bir noktaya kadar bu tip yazılıp çizilen şeylerin kendi içerisinde bir iddia taşıdığı düşüncesine kapılsa da bu noktada asıl önemli olanın yazılanların okuyucuya ‘motosiklet’ ruhunu ne denli yansıttığıdır. Öte yandan motosiklet bir arabadan, bisikletten farklı olarak kendisini kullanan kişiyle, yani sahibiyle bütünleşir.
Onun parçası olur. Dolayısıyla onun üzerine yazılan şeylerin de bir bütünlüğü olmalı. Yani bu dünyadan uzak olmamalı. Motosikletlere ilişkin kaleme alınanlar genellikle insanların iki şeyi enteresan bulduğu ile ilgili. Biri “farklı” olanı, diğeri “ilk” olanı.
Tıpkı satın aldığımız diğer şeyler gibidirler esasında. Fakat bur noktada dikkat çekmek gerekir ki motosiklet kendi sahibiyle parçalanamaz bir bütünken diğer şeyler sadece satın alındığı şekilde kalabilir ve ruh ile bütünleşme imkanı bulamazlar. Sonuç olarak ilk ve farklı olana tapınma meselesinin de yine ‘farklı ve ilk’ olanın çizdiği sınırlar doğrultusunda formunu bulduğunu söyleyebiliriz.