Araç dünyasının süper gücü haline gelen motosiklet son zamanların en çok satışı gerçekleştirilen araç olarak gündeme gelmekte. Bilhassa şehir hayatının kalabalık ve sığışamama durumundan ötürü artık çoğu kişi araba veyahut o türden herhangi bir araç satın almak yerine tercihini motosikletten kullanıyor. Zira sürücü de şunun farkında ki motosiklet sığışamama durumuna netlik kazandırıyor.
Pek tabii bu da hem motosiklet sürücüsü hem de üreticisi açısından büyük bir anlayışa gebe kalıyor. Motosikletin piyasa üretimi içerisindeki makus talihini yenmesi için belli ki iyi, ne yaptığını bilen bir firmanın varlığına ihtiyacı var.
Üretim bir noktada ticari bir meta haline geldiğinde eleştiriliyor. Bundan ötürü bir motosiklet ile onun sürücüsü arasında bu türden bir duygusal iletişimin olamayacağına inanılıyor. Bu da biz motosiklet sürücülerine her dışarıdaki algının pozitif olmadığını hissettiriyor. Bize kalırsa motosiklet ve sürücüsü arasında tahmin edilemeyecek denli bir aksiyon söz konusu.
Bu aksiyon pek tabii hız ile ilişkili bir şey değil. Aksiyon motosikletin kendi içerisinde. Büyük olasılıkla bunu gören sadece sürücünün kendisidir. Nitekim sürücü motosiklet macerasına atıldığı andan itibaren sürüşlerini sadece hız tutkusu için yapmaz.
Bazen ufak bir şekerlemedir sürüş ve sürücü bunu sadece istediği, arzuladığı için yapar. Buradan şu anlaşılmalıdır ki motosiklet ve onun macerası ikisi ayrı şeyler değil. Aksine aynı şeyi temsil etmekte. Motosiklet bir macera, yaşama şeklidir. Dolayısıyla her iki algıyı da biribirinden bu denli keskin çizgilerle ayırmak doğru olmayacaktır.
Tahmin ediyorum ki siz bu yazıda bir motosikletçinin maceralarını sıralamamızı beklediniz lakin bu, motosiklet severler için oldukça yavan bir anlatım olurdu. Bu türden yazılara hemen her yerde ulaşmak mümkün ancak bizim burada motosiklet sever olarak diğer motosiklet severlere yansıtmak isteiğimiz şey motosikletin verdiği hazzı ayrı kavramlarla etiketlememeleri.
Sonuçta hız tutkusu demek kaynağından ötürü yine motosiklet tutkusu, onun verdiği duyguyu yaşamak demek. Dolayısıyla bu tip kavramların ve adlandırmaların birbirlerine bu denli karışması bizim ocakta pişmekte olan bir yemeğe hem tuz hem de şeker ilave etmemize benzer. Kavramları biliyoruz lakin uygulama ve onları yedirme sahasına sahip değiliz.